Millî Şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemâl Bey’i vefâtının 103. yıldönümünde rahmet, hürmet ve minnetle anıyor, günün anlamına binaen Gâlip Erdem Ağabeyimizin
“Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey’in Azîz Hâtırâsına” başlıklı o muhteşem yazısını arz ediyorum:
“BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMÂL BEY’İN AZÎZ HÂTIRÂSINA”
“Tedirgin olmayın, çekingen durmayın, öyle hüzünlü bakmayın. Uzakta kalmayın; yakınıma gelin. Canınızı üzmeyin, saklamaya çalışıp yorulmayın. Hem telaşlanmayın da; hepsini biliyorum… Dünyadaki misafirliğim az sonra bitecek; ebediyetle tanışmaya gideceğim.
Hayır! Hiç korkmuyorum… Nelerden mahrum kalacağım, kimlere uzak düşeceğim aklıma gelmiyor şimdi; nelere ve kimlere kavuşacağımı düşünüyorum.
Son arzum mu? Var elbette, olmaz mı? Önce bir bayrak istiyorum. Çocukluğumda kucaksız, oyuncaksız; delikanlılığımda atsız, pusatsız kalabildiğim, ama onsuz kalamadığım bayrağımı… Bütün çareler tükenince gölgesine sığındığım, üşüyünce aydınlığında ısındığım bayrağımı… Yan gözle bakanların gözlerini oymakla, selamlamadan uçan kuşların yuvalarını bozmakla suçlandığım bayrağımı istiyorum.
Ne mi yapacağım? Hiç! Çocukluğumun saflığına döneceğim. Dünya gözüyle son bir defa göreceğim, beyazlığını öpeceğim, kızıllığına yüzümü süreceğim. Ömrümün kısalığına göre hüküm vermeyin. Benim de çok güzel günlerim, unutulması imkânsız hatıralarım oldu. Başkalarında bayrak vardı; her bayram sokak sokak dolaşıp bayrağımı aradım. Yere yakın olanlarına yanaklarımı değdirdim -kimsenin bakmadığı zamanları kollayıp- öptüm. Boyumun yetişemeyeceği yüksekliklerde dalgalananlarına selam verdim, hatır sordum. Anlayın beni, istediğimi verin. Bayraklı yaşadım; bayraksız ölemem…
Bir de Kur’ân istiyorum… Yaradan’ımın, her şeyi bilenimin, en doğru tek yolu gösterenimin, esirgeyenimin ve bağışlayanımın kelâmını istiyorum. Yegâne en büyüğün huzuruna varmadan önce belki birkaç âyetini okuyabileceğim. Son nefesimi vermenin eşiğinde kulluğumdaki noksanların acısını duyacağım. Beni kurtaracak başka ne olabilir? Böylesine huzur içinde olmamı, rahat gitmemi kim sağlayabilir? Kur’ân’ımı verin; bu kadarını esirgemeyin; gecikmiş sayılmazsınız. Kur’ân’lı yaşadım; Kur’ân’sız ölemem.
Nihayet iki rekât namaz kılmaya yetecek bir zaman istiyorum. Diriliğimdeki borçlarımın bağışlanması için değil, sevdiklerimin muhafaza buyrulması ve uğruna can verdiğim mukaddesatımın çiğnenmemesi için dua edeceğim. Dilimin son hecesi, kalbimin son atışı Kelime-i Şehâdet olacak. Sonra, canımı almaya memur edileni incitmeden iteceğim; her şeyi ve herkesi bir yana bırakacağım, ölümsüzlüğün koynuna gireceğim.
Evet, ey yaşayanlar! Ben işte böyle öleceğim…
Sakın acımayın; ‘Gençliğine yazık oldu!’ demeyin. Artık çok geç; merhametinize ihtiyacım kalmadı. Şimdi, hepinizin kıskanacağı bir rütbedeyim…”
GÂLİP ERDEM
Ermeni ayaklanmasının önlenmesi amacıyla çıkarılan “Tehcir uygulamasında hatâlı olduğu” iddiasıyla hakkinda haksız bir dâvâ açılan,
Mütâreke döneminde işgal güçlerin baskısıyla kurdurulan özel bir mahkeme tarafından yargılanan (?!), aleyhte hiç bir delil olmamasına rağmen hakkında îdam kararı verilen, 10 Nisan 1919 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda asılan, cenâzesi Kadıköy Kuşdili’ndeki âile mezarlığına defnedilen
ve 14 Ekim 1922’de Bakanlar Kurulu kararıyla “Millî Şehit” îlân edilen Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemâl Bey’ in, 12 Mart 1o97’de Hakka yüruyen Gâlip Erdem Ağabeyimizin ve cümle şühedânın ervâhı için el Fâtiha…
*
Dr. Mehmet Güneş