


VELUT BİR NÂSİR, ÇOK GÜÇLÜ BİR ŞÂİR, SIRA DIŞI BİR MÜTEFEKKİR,
“DELİ YÜREK” BİR ÂHİR ZAMAN DERVİŞİ
O; muttakî bir Müslüman, “Kâdirî” meşrepli sûfî bir mü’min, “Oğuz’un altın nesli”nden hâlis bir Türk, çelebi meşrepli bir gönül eri, alp yürekli bir aksiyoner; millî düşüncenin sözcülüğünü yapan kıymetli bir şâir, velut bir nâsir, ufuk sâhibi önemli bir mütefekkir, çok çaplı bir münevver ve sıra dışı bir senarist olan; “Dik duran, düz yaşayan, doğru konuşan ve dosdoğru yürüyen” “kırk çatal yürekli” bir dâvâ adamıdır.
O; çizgisinde kırıklık olmayan, haktan, hakîkatten ve doğruluktan ayrılmayan, inandığı değerler konusunda aslâ tâviz vermeyen, “Kevser akan Gül kokan” ve zâlimler karşısında “Elif” gibi dimdik duran hâzâ bir Alperen, kâmil bir Türk milliyetçisi, çok donanımlı kadim bir ülkücü, her dem “Vazgeçilmez belâya nazır” “deli yürek” bir âhir zaman dervişidir.
O; “İnanıyorsanız mutlakâ üstünsünüz” Âyet-i Kerîmesine bütün kalbiyle inanan, çağın penceresinden İslâm’a değil, İslâm’ın penceresinden çağa bakan, her türlü imkânsızlıklar içinde olsa bile en büyük imkânın îman olduğunun şuurunda olan, Îmâm-ı Âzam Ebû Hanife çizgisinde yürüyen, dînî ve millî referanslarını hiç değiştirmeyen, aslâ devşirilmeyen, şahsî menfaatlerin ve dünyevî sevdâların peşinden gitmeyen muttakî bir îman burcuydu.
O; Dîn ü devlet mülkü millet” aşkıyla sâdece bugünlere değil yarınlara da seslenen; ‘Kıble yürekli, ‘Gül’ gönüllü, Hilâl bakışlı, Hz. Hamza duruşlu, Kürşad tavırlı, Tûran düşünceli’ bir güzel insan, İslâm parantezindeki Türk milliyetçiliğini savunan bir mektep adam ve ‘batılılaşmanın / batıcılaşmanın / bâtıllaşmanın her türlü kültürel ve psikolojik taarruzuna karşı’ kalemiyle ve kelâmıyla kıyama eyleyen kâmil bir fikir mücâhididir
O; siyasal ve küresel politik meseleler karşısında ve “derin devlet” konusunda olağanüstü analizler yapan, olaylar arasındaki en derin ilişkileri kıvrak zekâsıyla ortaya çıkaran, hâdiselerin perde arkasını herkesten farklı bir bakış açısıyla açıklayan, “PKK, çok uluslu sermâye artırımı kan ile yapılan, en önemli üretimi nefret olan bir holdingdir.” hükmünü ortaya koyan, “Yezid’in harcının zulüm” olduğu bir dünyada inadına mert, inadına yiğit, hakîkî mânâda ârif ve âlim bir ideâlisttir.
O; Namık Kemal, Mehmet Akif, Süleyman Nazif, Nihâl Atsız, Nurettin Topçu, Osman Turan, Mümtaz Turhan, Dündar Taşer, Erol Güngör, Seyid Ahmet Arvâsî, Galip Erdem gibi üdebâ, ulemâ ve urefânın millî ve mânevî kaynaklarından bengisu içen; madde ile mânânın, ilim ile îmanın terkibini yapmak için çaba gösteren; bir duâ yüceliğindeki, bir duygu inceliğindeki, bir sülüs hat zarafetindeki ulvî ideâlleri yüreğinde besleyen, mukaddes mefkûresinin nurânî güzelliklerini “akleden kalp” ile süsleyen, hayâlerini umutlara, “Ülkü denen nazlı gelin”e duyduğu muhabbeti de Tûranî sevdâlara yaslayan müstesnâ bir vatan evlâdıdır.
O; dizeleri kalplere dokunup Mavera ufuklarına yolculuk yaptıran, “Dışı tenha insanın, içi mahşer” mısraında ummanlar dalgalanan, “Üç Ayak Bir Şafak” şiirinde urganlı şafaklardan nurlu basamaklara yol alan ‘Eylül’ün Kırdığı Güller’i anlatırken;
“Ben kırk kere İsmâil
Babam İbrâhim değil”
diyen ve “Gülce” şiirinde de
“Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır Uçurumun kenarındayım Hızır”
dizeleriyle seslenen çok özel ve önemli bir şâirdir.
O, yazıları zihinlere çok farklı pencereler açan; romanları, hikâyeleri, gazetelerdeki köşe yazıları, denemeleri ve senaryolarıyla zihinlerde ve yüreklerde iz bırakan gerçek bir entelektüel, çok önemli bir düşünce adamı, çok yönlü edebî kişiliğe sâhip altın kalemli ve “Besmeleli” bir gazeteci yazar ve nitelikli bir edebiyatçıdır.
O; sevgisi deniz gibi öfkesi dağ gibi olan; yüreği, memleketi Doğu Karadeniz gibi yeşilin ve mâvinin her tonunu barındıran, duygu ve düşüncelerini turkuaz bir aşk ile kaleme alan, gönül gözüyle hâdiseleri yorumlayan, Türk’e ve Türkçeye kara sevdâlı olan bir Karadeniz uşağıdır.
Hâsılı O; ismiyle müsemmâ olan, adı ve soyadı kendisini bütün yönleriyle târif eden çok özel bir insandır. O; hem “ÖMER”dir; adâletli, celâlli, cevvâl, kızıp, kükreyen, hem “LÜTFİ”dir; latif, lütufkâı, hoş ve güzel, hem de “METE”dir; sanki Metehan’ın yanından bugüne gelen ve inandığı kadim değerler uğruna yalın kılıç savaşan pervâsız bir Oğuz Türkü’dür. O; ismiyle de Türk-İslâm Ülküsü’nün tevhidini temsil eden ve Alperenliğini yaşantısındaki her hâliyle gösteren ÖMER LÜTFÜ METE’dir.
Ömer Lütfi Mete’yi Âlemi Cemâl’e vuslatının 16. sene-i devriyesinde bir kez daha minnet ve hasretle yâd ediyoruz. Yüce Rabbimiz aziz ülküdaşımıza kandım diyene kadar rahmet eylesin, rûhu şâd, mekânı Cennet ve makâmı âlî olsun…
“Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”
El-Fâtiha…
*
18 Kasım 2025
Dr. Mehmet GÜNEŞ




