
” Rasul Rabbinden kendine indirilene önce kendisi iman etti, sonra da mü’minler . Hepsi Allah’a, meleklerine, mesajlarına ve elçilerine inandılar:” O’nun elçilerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız. İşittik ve itaat ettik; bağışlamasını dileriz ey Rabbimiz: zira varış sanadır!” dediler. ” (Bakara sûresi, âyet 285)
” Allah kimseyi taşıyacağından fazlasıyla mükellef kılmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük de kendi aleyhinedir. Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak, bundan dolayı bizi sorguya çekme! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi sorumlu kılma! Günahlarımızı affet, bizi bağışla, bize merhamete et! Sen bizim Mevla’mızsın; Kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et!” ( Bakara sûresi, âyet 286)
Ayeti kerimenin yorumu şöyledir:
” Bu âyet üç şey söyler: 1) Allah herkese sorumluluk yüklemiştir. Sorumlu olmayan insan yoktur, sorumsuz insan vardır. 2) Allah herkese mutlaka taşıyacağı bir sorumluluğu yükler, hiç kimseyi sınırsız ve sorumsuz bırakmaz. 3) Her insanın sorumluluğu gücüne denktir.
Nitekim zekât zengine, hac ona yol bulabilene, oruç sıhhatı olana farzdır. Sorumsuz davranan üç kez zulmetmiştir: 1) Kendisine, 2) Terk ettiği yüküne, 3) Onun terk ettiği yükü taşıyana.
Ahtae, ” kasıtsız yanılma” da ( 7:161) Unutma ve yanılma iradenin ve kastın dahil olmadığı bir süreçtir. İlâhî ceza ise iradenin ve kastın dahil olduğu bir sürecin sonucudur. Unutmak bilgiye, yanılmak bilgiye, yanılmak iradeye ilişkindir. Nebi bu âyetin ardından Allah’ın vaadini müjdeledi. ( Müslim, İman, 54)
Lâ tuhammilnâ fiil olarak gelmişken, lâ tâkate lenâ isim olarak gelmiştir. Üstelik ikincisinde kulun ” lehine” iması taşıyan bir lenâ ( lâm-ı leh) kulun ” lehine” iması taşıyan bir lenâ (lâm-ı leh) ile gelmiştir. Birincisinin fiil gelmesi, yükün artıp azalabilir niteliğine delalet eder. Allah hem kişiden kişiye, hem aynı kişinin ömür seyri içerisinde onun yükü, kendisine ve Rabbine karşı duruşuna bağlı olarak ” yüklediği yükü” değiştirebilir.
İkincisinin isimi gelmesi, takatini cevherî ve zâtî niteliğine delalet eder. Lenâ’daki ilim bu niteliğin kulun lehine olarak kullanıldığını ifade eder. Tam bu noktada ” O yarattıklarının kapasitesinde dilemediği artışı gerçekleştirir.” ( 35:1) ayetini hatırlamak gerekir. İş bu âyet ışığında bu dua zımnen Rabbimiz! Yüklediğin yük oranında gücümüzü artır” vurgusu kazanır.
Mamafih, Allah yarattığını bilir. Yarattığını bilen, kulunun kapasitesini de bilir. Bu âyette öğretilen dua yalnızca ” yükümü azalt” vurgusu taşımaz, belağati gereği dolaylı olarak ” kapasitemi artır” vurgusunu da taşır. ” Yük” Rabbin rububiyyetinin tecellisi ve ilâhî terbiyenin vesilesi ise -ki öyledir-, parçayı görene düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır. Bunu bilen her kula ise bu bilinçle dua etmek yakışır” ( Kur’an-Meal-Tefsir, M. İslamoğlu)
Bilhassa, Yatsı namazlarında sonra adet olarak okumuş olduğumuz ” Amener_ Rasulü” ayetlerinin içeriiği, bizleri dehşete düşürmeli, halden hale geçirmeli ve kıraat ederken ayetlerin bu özelliklerini hesap ederek okumalıyız!..
Ama, ne hazindir ki, Bakara Suresinin son iki ayetini okurken, sadece okuyan kimsenin savt-ı, mahreci hurufata riayeti, tecvidli okuyup okumadığına nazar etmekteyiz.. Okuma işlemi bittikten sonra ise, tabii ki, ölmüşlerimizi yad ederek ayrılmaktayız.
Lakin, düşünülmesi gereken husus, ayetlerin içeriği, kulun neye gücünün yetmeyeceği, ne kadarını taşıyıp taşıyamayacağın hiç göz önüne almamaktayız. “Allah herkese sorumluluk yüklemiştir” yüce emrini okurken düşünmeli, ona göre yaşam tarzımıza riayet etmeliyiz.
Hollanda ülkesinde, yakinen tanımış olduğum yakın dostum bir hacı efendi ağır, altından kalkamayacak derecede Diabet hastası idi.. Zaman zaman oruç tutarken zor durumda kaldığını görür, üzülür ve kendisi ile bu sorunu müzakere etmeye çalışırdım , Oruç tutmamasını söylerdim. Ama, bendeniz bunu söyledikçe o, direnir, direnir ve bu direnci ” imanda direnme” haline getirirdi. Sonuçta ise, bu zorluğa dayanamadı, gözleri görmez, etrafını tanıyamaz hale gelmişti. Ve bu dostum perişan bir şekilde öldü..
Netice olarak;
” Amener- Rasulü” ayetleri bizim hayatımıza hitap etmektedir. Hakikaten, bihakkın hitap etmelidir.. Diğer taraftan, herkes, her Müslüman bu ayetlerin içeriğini hayatına yansıtmalı, ona göre yaşadığı süreç içerisinde tatbik etmelidir.
Bu iki ayet ve benzeri ayeti “ölmüşlerimizi ” kurtarmadan önce bizim hayatımızı kurtarmalı ve aziz Kur’an’ı yaşantımızda rehber, kılavuz yapmalıyız. Rehber yapmalıyız ki; imanla; imanlı olarak ölmesini bilelim.
Bu satırları yazarken, Bolu’da tatil köyünde meydana gelen yangından dolayı ölenlerin cenaze namazları kılınıyordu. Tam tamamına 78 canın yangında can vermeleridir.. Üzüldüm, kahroldum ve yukarı da belirtilen ayetlerin içeriğini düşündüm. Tedbir ve takdir mes’elesine yoğunlaştım.. Hal böyle iken, suç kimindir, kim suçludur?
Suçlu, otelcimi, oraya tatile gidenler mi, ruhsat verenler de mi yoksa, bu bir kader mes’elesi mi? Bu kaderin sorgulanması gerekmez mi?..Selam ve dua…
*
Şerafettin Özdemir