” Kuşku yok ki Allah yolunda çarpışan, öldüren ve öldürülen mü’minlerden Allah, karşılığında Cennet vaad ederek mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da gerçekleştirmeyi üstlendiği bir vaaddir: hem, sözüne Allah’tan sadık kim olabilir ki? Öyleyse sevinin O’nunla böyle bir alışveriş yaptığınız için; bu, işte budur muhteşem mutluluk!” ( Tevbe sûresi, âyet 111)
” Profan ticaret dilinin, iman alanına taşınmasına harika bir örnek. Dolayısıyla, Anlamsız bir hayattan anlamlı bir ölüm bin kat daha yeğdir. Zira Allah yolunda ölmek, ölmemeyi bilmektir.” ( Kur’an Meali)
Ayeti kerime mealindan şu sonucu çıkarmamız mümkündür. ” Şüphesiz ki Allah onlara malları ve canları karşılığında cenneti satmıştır.” şeklinde de tercüme edilebilir. Çünkü ayette geçen isterdi fiili hem ” satmak” hem de ” satın almak” anlamında kullanılabilmektedir. Burada cennete gidebilmenin fedakarlıklara bağlı olduğuna da dikkat çekilmektedir.
Bu ayeti kerime mealinden sonra, sadede gelecek olursak, 1915 yılının 18 Mart’ında zaferle sonuçlanan ” Çanakkale destanı”nından bahsetmek istiyorum:
Onlarca ülke askerinin yığın yığın Çanakkale önlerine gelmesi, toplarıyla,. tüfekleriyle, zırhlı araç ve gereçleriyle üzerimize saldırmaları dün bu gündür anlatılan, bundan sonraki tarihte de anlatılacak bir vakıadır.
Çanakkale destanını idrak etmek, algılamak için o günün şartlarını bilmek, araçsız, gereçsiz, silahsız bir şekilde, aç, susuz emperyalizme direnmenin şartlarını iyi bilmek zorundayız. Bunu bilmez isek, Çanakkale’de şehid olmuş 253 bin şehid, bir o kadarda yaralı gaziyi anlamak mümkün olmayacaktır.
Onun içindir ki, merhum Âkif; ” Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhidi; Bedr’in arslanları ancak o kadar şanlı idi” derken heyeecanlanmış, heyecanından fışkıran imanı, Bedir şehidleri ile, Çanakkale şehidlerini bir araya getirmiştir.
Varsın, günümüz dünyasında bir kısım kendini bilmez, özgürlüğü anlamaz insanları, Âkif’in, Bedir’le kıyas yapmasını eleştirmiş bulunsunlar. İnsan özgürlüğünü, esaretin vehametini, ezanların susmasını, minarelerin ebkem olmasını bilmemiş olsunlar!.
Âkif; ” Boğaz Harbi” şiirini nerede yazdı?
” … Mehmet Âkif başkanlığında bir heyet Hicaz’a, Necid ve Yemen’e kadar gidecekleri uzun bir yolculuğa çıkıyorlar. Amaç, bölge insanlarına güven vermek,emperyalizmin oyununa gelmemeleri konusunda onları uyarmak. Bu bölgede olup bitenleri payitahta rapor etmek vb. gibi özel görevleri yerine getirmek.
Sultan II. Abdülhamid Han İstanbul’dan Medine’ye kadar raylar döşeterek demiryolu yaptırmış. Yemen’e kadar uzatmak istiyor, ama başarılı olunamıyor. Demiryolu Şadece, Bağdat, Medine üçgeninde uzayıp gidiyor.
Mehmed Âkif ve arkadaşları İstanbul’dan Medine’ye giden trene biniyorlar. Şam’ı şerifi geçip Tihame çölünde bulunan El-Muazzam’a Tren istasyonunda duruyorlar. Burası, Mehmed Âkif’in ‘ Necid çölleri’nden Medine’ye ‘ şiirinde ” Üç ay Tihâme deyip çiğnedim beyâbânı” dediği yakıcı çöl ortası..
18 Mart 1915…
el-Muazzam’a tren istasyonu. Dışarıda kavurucu sıcakla birlikte kum fırtınası var. el-Muazzam’a, Medine tren istasyonundan bir önceki istasyondur. Tren mola verir. Bu istasyonda inen Mehmed Âkif ve arkadaşları sadece İstanbul, Şam ve Medine ile görüşme imkanı olan telefon kulübesine koşarlar.
Akılları, fikirleri geride bütün hızıyla devam eden Çanakkale savaşındadır. Epey uğraşdıktan sonra İstanbul’la bağlanhtı kurulur. Karşıda Enver Paşa’nın gür sesi: ” MÜJDE! MÜJDE! KAHRAMAN MEHMETÇİKLERİMİZ ÇANAKKALE’NİN GEÇİLMEZ OLDUĞUNU YEDİ DÜVELE GÖSTERDİ.”
Başta Mehmed Âkif ve arkadaşları büyük bir sevinç çığlıklarına karışan tekbir ve göz yaşlarıyla kızgın kumların üzerinde şükür secdesine kapanırlar. Çoktan beri zafer kavramına hasret kalmıştı Anadolu insanı.
Çanakkale zaferi, Kurtuluş Savaşımızın bir mukaddimesi, bir provasıydı, bir motivasyonuydu. Küffâr, Çanakkale’yi geçemediğine göre, Anadolu geçilemezdi. Hiç kimse durduramazdı artık Türk milletini. Çünkü o Çanakkale’de henüz bıyığı bile çıkmamış , onbeşliler, liseliler, tıbbıyeliler , harbiyeliler ve muallimler cihad ederek şehadet şerbetini içmiştiler. Büyük bir entellektüel kitleydi bunlar…
…. El- Muazzam tren istasyonu…
Mehmed Âkif, çok dolu, âdeta şiire hâmile, istasyon binasından biraz uuzaklaşmış, bir kum tepeciğinin ardında ağlıyordu ve önündeki çöl kumları yağmur yağmış gibi ıslak. Bir elinde kağıt, bir elinde kalem. Yönünü Medine’ye Ravza-i Mutahhara’aya çevirmiş Efendimize müjde verir gibi, göz yaşları içersinde Çanakkale Destanını yazmaya başlamıştı. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde,
” EY ŞEHİD OĞLU ŞEHİD! İSTEME BENDEN MAKBER/ SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER” derken, mânen Resûl-i Ekrem’i görür gibiydi. Evet, Çanakkale ya da Boğaz Harbi şiiri İstanbul’da değil, Hicaz el- Muazzama tren istasyonunda yazılmıştı. ” ( Prof. Dr. R. Altıntaş, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2007, say. 52-53)
Netice ve sonuç olarak;
Bu gün bile, her ne zaman ki, ” Çanakkale şiiri”, hele merhum İsmail Coşar tarafından okunduğu zaman duygulanmamak, hislenmemek, hıçkırıklara boğulmamak mümkün değildir.
Nasıl mükedder, üzüntülü olmayalım ki, Anadolu çocukları bir bir Çanakkale’de dökülmüş, şehid olmadan önce kendi cenaze namazlarını kılarak hakka yürümüşlerdir. Çünkü,
Çanakkale’de; nice nice Seyyid Onbaşılar kükremiş, haykırmış, 276 kiloluk gülleyip topun namlusuna sürerek, emperyal gücü, denizde dolaşan gemilerini batırmıştır. Dolayısıyla,
Atatürk, savaş sonrası Seyyid Onbaşının köyüne gitmiş, sormuş, soruşturmuş ve onu bulup huzura getirmişlerdir. Mustafa Kemal; Seyyid Onbaşıyı tebrik ediyor, bir isteğinin olup olmadığını soruyor. Almış olduğu cevap: ” Efendim!.. Hiç bir isteğim yoktur. Sadece bir balta ve odun taşıyacak bir ip bedeli isterim”..
Ahh şimdiki nesil!.. Seyyid Onbaşıdaki bu civanmertliği anlamış olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti, farklı bir Türkiye Cumhuriyeti olacak, dünya milletlerine meydan okumuş olacaktı. Ama, birliği, beraberliği hali hazır sağlamış değiliz. Sen-ben kavgaları, çekişmeleri, sağ-sol ayrımcılığı midemizi bulandırmakta, sanki Çanakkale ölüm-kalım günlerini unutmuş gibiyiz.
Rabbimizden niyamız; tüm şehidlere rahmet, gazilere sağlık ve sıhhat temenni ediyoruz. Çanakkale gazileri, hakka yürümüş olsalar da, el’an her gün şehid vermekte devam eden bir ülkede yaşıyoruz. Makamları cenneti âlâ olsun. Tamamı, Rasuulullah ve sahabe-i kirama komşu olsunlar!.. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir