Bu günkü sohbetimle, Afşin, K. Maraş, Elbistan ve sair yerlerde yetişmiş, sesini soluğunu duyurmuş, milleti namına ün sahibi , şan sahibi olmuş kahramanlarımızından, yani, Hayati beyden, aşık Mahzuni’den, Necib Fazıl merhumdan, Abdurrahim Karakoç ustadan, Erdem Bayazıd ağabeyden ve diğer dünyadan ahirete göçmüş bulunan emektarlardan bahsedeceğim:
Hakikaten, Necip Fazıl denilmiş olduğu zaman, milletimiz yediden yetmişe ayağa kalkar, onun şiirde ihtişamı karşısında el pençe divane durarak ayağa kalkarız!..
Hayati ağabeyin,;Dile Gelen Anodulusu karşısında, Tuna Yandı Ben ağladım şiiri karşısında da, heyecanlanır, onu rahmetle anmış oluruz. Hani meşhur Balzac vardır ki, bir sözünde şöyle diyor: ” Napolyon’un kılıcıyla yarım bıraktıklarını ben kalemimle tamamlayacağım” diyordu. Ne kadar haklı bir söz değil mi?
Aşık Mahzuni merhum, yıllar öncesi ” Amerika katil katil!” derken, belki de insanlarımızın bir kısmı onu suçlamış, Amerika gibi bir süper ülkeyi suçlamasından ötürü onu ta’n etmiştik. Lakin, günümüz dünyasında anlamış, işin farkına varmış olduk ki, Kuzey Irak bölgesine , Suriye’de ikamet eden cıfıtlara vermiş olduğu süper silahlarla ülkemize karşı onları silahlandırması, askerimize kurşun attırması yıllar önce söylenen şiiri haklı çıkarmaktadır!..
Yani, şairlerimiz, Kur’anî ifedeyle, Resulullah’ın tebşiratı ile, övülmüş methedilmiş, şiirleri canla, başla okunur olmuş insanlardır. Necib Fazıl merhumun ” Ayağa kalk Sakarya!” isimli şiiri, dün, bu gün ve yarın, idrakimizi heyecanlandıracak, bizi ayağa kaldıracak bir şiirdir. Yine Necip Fazıl’ın bir sözünü buraya almış bulunuyorum: ” Canım İstanbul’una göz gezdirirseniz, orada kısacık cümlelere sığdırılmış bir İstanbul sevdasının; hem şehzade katillerine uzanan hüznünü, hem Eyüp’ün kederli yalnızlığını, Karaca ahmet’in ağlayışındaki küskünlüğünü , hem Moda’nın çalımını, hem de Adaların fettan esintilerini bir arada görürsünüz.
Bu kalem inceliği , İstanbul’u bütün okuyucularının şuuruna müşahhas ama ziyana uğramış bir mücevher halinde sunar. Bir makale olarak İstanbul’u yazabilir ya da İstanbul hakkında ciltler hazırlayabilirsiniz. Ama onu insan muhayyilesinde efsunlu bir sarkaç gibi tutmak istiyorsanız sanatlı bir anlatımı bulmak zorundasınız. İstanbul’u bu şiirde âdeta sırmalı bir tablo gbidir. Onu zihinlere ancak böyle ber belâğatla mıhlarsınız.” ( Nida, N. Özcan, sayı 141, say. 11)
Afşin Ashab-ı Kehf makamını her aklına düşen, gezmek, görmek isteyen insanımız ziyaret edebilir, gezebilir, ruhen huzura ermiş olabilir. Ama, o makamda 309 sene uyumuş ruhaniyetleri, erdikleri makamı ve mescidin mihrabındaki Zeytin dalı bulunan işareti keşfetmek lazımdır. Onun içindir ki;
” Hikmet ihtiva eden şiiirlere ciddi bir alâka duyan Hz. Peygamber: ” Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır” diyerek sanatlı şiirlere dikkat çekmiştir. Sahabeden Amr b. Şerîd, bir gün Resulullah’ın arkasında deveye binip giderlerken , Allah Resulü’nün kendisinden Ümeyye b. Ebu’s-Sait’in şiirlerinden okumasını istediğini söyler. O da okur.
Resulullah, daha başka bildikleri varsa onları da okumasını isteyince peşpeşe Ebu’s-Sait’in bir çok şiirini okur. Ebu’s-Sait’in şiirlerinde işlediği konular genellikle imana, âhirete ve yaratılışa dâir şiirlerdir. Ne var ki;
Şiir yönü çok güçlü olan şairin Îman hânesi boş kalmıştır. Bu yüzden Allah Resulünün kendisi için, ” Sait’in şiirleri îman etti, kendisi küfürde kaldı” dediği rivayet olunur. Sanatın sihri buradadır.” ( a.g.d.)
İstanbul Beyoğlu’nun; yaşlı sokak sanatçısı, A. Karakoç merhumun ” Mihriban” türküsünü, kitleleri hop oturup hop kaldıracak, yerlerinde duramayacak hale getirebilir, gençleri hislendirir, ağızlarında meret sigara ile dans ettirebilir ama, ” Mihriban” türküsünü her babayiğitin söylemesi mümkün değildir.
Bölgemiz, sanatçı yetiştirme bakımından üretken bir bölgedir. Halende, Afşin İlçemizde, tanımış olduğum ozan Erbabi, zaman zaman Aksu TV. çekimlerine gelen Ozan Nuri, Osman Konak, Celal Çaçan, Mustafa Hamiş ve benzeri yetişenlerimiz, bu sahayı boş bırakmayacak, yeterli alkış almasalarda, az destek görmüş olsalarda, şairin ve şiirin kapısı kapanmayacaktır.
Sanat sevgisi dedimde, İslam’ın sanatından, sanat anlayışından bahsetmeden geçemiyeceğim: Müslümanlar; sanatı Allah rızası için yaparken, batılı paradigmalar ise, sanatı, ” Sanat sanat içindir” kör, topal ve batıl anlayışı içerisinde değerlendirmişler, hakkın rızasını, Allah emrini hiçe saymışlardır. Örneğin;
Afşin’da yapılmış görkemli iki minaresiyle, şah eser bir mabed, bir yapı olan ” Afşin Ashab-ı Kehf Külliye cami” dillere destan, ruh ve gönülleri okşayan ve süsleyen bir yapı olmuştur. Dileriiz ki, minarelerin aydınlatma sistemi, yeşil tonu okşamıyorsa da, İnşaallah!.. Bu eksik tarafı da, gayretli, çalışkan, azimli Müftümüz Hayrullah Balta hocanın, direktifiyle bana göre bu eksiklik de tamamlanacaktır.
” O, yedi göğü eşsiz bir uyum içinde yaratmıştır. Rahmân’ın yaratışında bir düzensizlik göremezsin; haydi, çevir gözünü de bir bak bakalım: bir kusur ve başı boşluk görebilecek misin? ” ( Mülk sûresi, âyet 3). ” Sonra tekrar tekrar çevir gözünü de bir bak; bakışın yılgın ve bezgin bir şekilde sana geri dönecektir.” ( Mülk sûresi, âyet 4)
” Doğrusu Biz; en yakın göğü kandillerle süsledik; onları, Şeytanlığa soyunanlar için gayba dair spekülasyon aracı kıldık; ve onlar için yakıp kavuran bir azap hazırladık.” ( Mülk sûresi, âyet 5)
Binaenaleyh, Ayeti kerime de geçen ” tıbâkan” ı tabak yada tabaka’nın çoğulu sayarak: ” kat kat tabaka tabaka” olarak göğü süslediğine işarettir.
Halk, takdîr, icâd ve ibda manalarının tümünü içerir. Takdir, varın sınırlarını ve dozunu belirleme, yani bir ” tahdit” tir. Zehiri ilaç yapan dozdur. İcâd yokluğu mümkün olanı vardan var etmektir. İbdâ; yoktan var etmektir. Ben idraki bizim arzımızdır. Vahiy, akıl ve beş duyu bizim yedi kat göğümüzdür.
Bu nedenle son Nebi: ” Şiirde hikmet vardır.” buyurmuştur. Aziz Kur’an’da da bazı surelere ” Şuara” ( şairler) , ” Kalem”, “
Resulullah (sav); şiir okumayı da , dinlemeyi de severdi. Hatta şiir yarışmaları ( atışmaları) tertiplemiştir. Onun içindir ki, milletimiz, şaire, şiire, ozana, sanat ehline saygılı, saygı gösteren bir millettir. Yüce Allah’ın bazı insanlara vermiş olduğu sanat, edebiyat, şiir okuma, şiir yazma bir yetenektir. Bu yetenekte bazı insanlara verilmiş olan bir nimettir.
” Zindanda, işkence adasında, cephede ölümle burun buruna gelen bir insanı ya da kanserli bir hastayı veya akşam olduğunda çoluğuna çocuğuna bir ekmek götürecek parası olmayan adamı, Kur’an’dan başka hangi kitap, sanat eseri, roman ya da şiir veya picasso’nun hangi tablosu teselli edebilir?
Üzerine taşlar yığılarak işkence edilen Habeşli Bilal’e (ra) bir romandan pasajlar , bir şiirden birkaç dize fısıldansaydı ne yararı olurdu? Hayattan bu kadar kopuk,, sanat… Realiteden bu kadar uzak… Pamuk şekeri gibi, ateşe yakın kar gibi … Bir avuntu…Sanatçıya ‘ ince eleyip sık dokuyan’ adam’ diyebiliriz..” ( Nida, sayı 141, say.37, Ş. Dadai)
Netice ve sonuç olarak;
İşte, bölgemizde sanata, sanatçıya, şiire, şaire verilen değer bu minval üzeredir. Hayati ağabey gibi şiir okuyacak, millete hitap edecek insanlarımız olacak, ama, onun yerini doldurması mümkün olmayacaktır.
Aşık Mahzuni merhumda öyledir!.. Sazlar çalınacak, beyitler. kıtalar saza dökülecek ama, Mahzuni baba gibi, kimse sanatını kıt’alar ötesine taşıyamayacaktır.
Akif merhum öyle diyor: ” Sanatın yüzde doksan dokuzu ter, yüzde biri ise ilhamdır.” muhteşem sözünde ne kadar isabetli konuşmuştur.
Hamdü sena olsun ki, Afşin, tümüyle K. Maraş bölgesi övünülecek, iftihar edilecek, sevinilecek bir coğrafyadır. Mabedlerin ihtişamlı yapılarıyla, örneğin K. Maraş Abdülhamid camii , tarihi açıdan Ulu camii, Elbistan Himmet Baba Türbesi, Afşin Dede Baba yatırı gönülleri okşayan yapılardır.
Demek ki, bölgemiz, tarihi değerlerle yoğrulmuş tarihe imza atmış yiğidlerle şairlerle, pehlivanlarla, sanat adamlarıyla dolu dolu bir diyar, bir vatan köşesidir.
Son sözöler olarak; Afşin ve tüm bölgemizde yetişmiş, ülkemize, milletimize hizmet etmiş civanmertleri saygı ile, selametle anıyorum. Tamamının makamı cennet olsun, Nurlar içinde yaktsınlar, komşuları Rasulullah (sav) ve tüm sahabe-i kiram olsun. Selam ve dua ile…
*
Şerafettin Özdemir