1990’lı yılların başıydı, mayıs ayının son haftasıydı.İlçede ilkbahar bütün güzelliği ile yaşanıyordu. Caddelerin kenarındaki akasya ağaçlarının çiçek açmış, yeşille beyaz renkler birbiriyle kucaklaşıyordu. Hafif bir rüzgar esiyor, akasyaların çiçekleri genç bir kızın küpeleri gibi sallanıyordu. Bahçelerdeki kayısı, elma, armut, ayva, kiraz, erik, dut, ceviz ağaçları yeşillikte sanki birbiriyle yarışıyorlardı. Bazı evlerin balkonlarına kadar tırmanan üzüm asmalarının koruk üzümleri sanki yaprakların arasında saklanmaya çalışıyordu.Evlerin bahçelerindeki domates, biber, reyhan çitileri ve soğan, sarımsaklar maşala maşala ayrılmış bölümlerde bakımlı bir şekilde büyüyorlardı. Sokak köpekleri, neşeyle birbirleriyle şakalaşırken kediler, onlardan korkarak kaçıyor; fırsat buldukları anda, belediyenin çöp bidonlarında telaşla yiyecek bir şeyler arıyorlardı. İlçenin güneyindeki Berit Dağları ile batısındaki Binboğa Dağları’nın doruklarında beyaz karlar, öbek öbek görünüyordu. Bahar yağmurları çokça yağdığından ilçenin güneyindeki Atlas Tepesi otlardan yemyeşil görünüyordu.
Vakit ikindi sonuydu. Atatürk Caddesi’nde insanlar telaşlı telaşlı dolaşıyorlardı. Arabalar caddedeki insanları uyarmak için zaman zaman korna çalıyordu. Sepetli motosikletler, pat pat ses çıkararak caddeden geçiyordu. Pir Ali Cami (Ulu Cami) minaresinden verilen cenaze salası motosikletin çıkardığı gürültüden dolayı anlaşılmıyordu. Herkes kimin rahmetli olduğunu merak ediyor, birbirine bakıyordu. Dervişoğlu Deli Mustafa, her zamanki gibi saçı sakalı birbirine karışmış vaziyette, ceketinin arka astarı ve sağ cebi dışarıda, ayağında siyah şalvarla acele acele dükkânın önünden geçti. Kendisine seslenenleri sanki duymuyordu. Açıkgöz Fahri’nin cadde üzerindeki dükkânında birkaç müşteri çay içiyordu. Büyük oğlu Abdurrahman güler yüzüyle ayakta dolaşıyor, müşterilerle ilgileniyordu. Babası masada keyifli keyifli çayını yudumluyordu. Üç dükkanda da işler çok iyiydi. Beyaz eşyanın yanında küçük ev aletleri de satıyorlardı. Mobilya mağazasında da işler çok iyiydi. A ve B Termik Santralleri’nde çalışan işçilerin çoğunluğu, ilçede ikâmet ediyordu. Mağazalara gelen mallar kısa zamanda tükeniyordu. Yaz mevsimi yaklaştığı için düğün mevsimi de yaklaşıyordu. Malatya’dan sipariş edilen mobilyaların getirilmesi gerekiyordu ama müşteri yoğunluğundan dolayı Malatya’ya gidemiyorlardı. Malatya’dan mobilyaları getirmek için, tanıdık, güvenilir birini arıyorlardı.
Dükkanın kapısından Hilmi Bey içeri girdi. Kalabalığı görünce selam verdi. Abdurrahman, dayısını güler yüzle karşıladı, oturması için bir sandalye getirdi.
—Hoş geldin dayıcığım! Ne içersin, ne söyleyeyim?
—Çay, dedi. TEK İlkokulu’nun müdürüydü Hilmi Bey .Uzun boylu, buğday tenli,düz saçlıydı. Her zaman temiz ve düzgün giyinirdi. Takım elbise giymeye özen gösterirdi. Az konuşur, çok dinlerdi. Öğretmen camiasında sevilen ve sayılan bir öğretmendi. Sporcu bir geçmişi vardı, gençliğinde uzun süre futbol oynadığından, düzgün bir fizikî yapısı vardı. Çayından bir iki yudum aldıktan sonra eniştesine baktı, eniştesinin bir sıkıntısının olduğu, yüzünden belli oluyordu. Dükkândaki müşteriler, dükkândan ayrıldıktan sonra, eniştesine sordu:
—Hayrola! Bir sıkıntı, olumsuz bir durum mu var? Açıkgöz Fahri, “Allah’a şükürler olsun!…Sıkıntı yok, işlerimiz de çok iyi… Bizimkisi dükkan telaşesi…Birçok sipariş aldık, müşteriye mal yetiştiremiyoruz. Malatya’dan mobilya getirilecek ama müşteri yoğunluğundan biz gidemiyoruz, mobilyayı getirecek kamyonu tuttuk. Sipariş listemiz hazır…Malatya’ya gönderebileceğimiz bir tanıdık arıyoruz. Cumartesi sabah erkenden gidilecek, akşama tekrar dönülecek.”
Hilmi Bey, mesajı almıştı. Eniştesini ve yeğenlerini çok severdi. Onlar da Hilmi Bey’i çok sever ve saygı gösterirlerdi. Tatil günü olduğu için “Ben gideyim Malatya’ya.” dedi. Hem eniştesi hem yeğeni Abdurrahman gülümseyerek memmuniyetlerini göstererek kendisine teşekkür ettiler. Kamyon şoförü Arif Usta dükkana çağrıldı. Ellili yaşlarda alnı açık, esmer tenli, kel kafalı, göbekli bir insandı. Çok neşeli hoşsohbet birine benziyordu. Yol arkadaşının Hilmi Bey olduğunu öğrenince çok sevindi, çünkü Hilmi Bey’i tanıyordu. İçinde bulundukları gün perşembeydi. Malatya yolu yokuşlu, inişli ,virajlı tehlikeli bir yoldu ama yolculuk mevsim için uygundu. Gündüzler uzun, geceler kısaydı. Aynı gün gidip gelecekleri için cumartesi sabah saat 6.00’da yola çıkmaya karar verdiler. Malatya’dan getirilecek eşyaların listesi, mağazanın adresi Hilmi Bey’e dosya halinde teslim edildi.
Hilmi Bey, Nasrettin Hoca’nın “Ye Kürküm Ye!” fıkrasında olduğu gibi kılık kıyafetin insanlar üzerideki etkisini iyi biliyordu. Sabahleyin erkeden kalktı, sinekkaydı tıraşını oldu. Takım elbisesine uygun gömleği ve kravatını özenle seçti. Takımı giyindi, simsiyah ayakkabıları gıcır gıcır parlıyordu. Mayıs ayı da olsa sabahları hava serin olduğu için pardösüsünü giyindi. Sipariş dosyasının olduğu siyah çantayı eline aldı, yola çıktı . Hava oldukça serindi, şafak sökmüş güneşin ilk ışıkları dağların yamaçlarına ok gibi saplanıyordu. Her taraftan buram buram kokular burnuna geliyordu. Havada hiç bulut yoktu, tabiat güzel bir güne uyanıyordu. Dükkanın önünde Arif Ustayı beklemeye başladı. Uzaktan BMC kamyonun cazırtılı sesi duyuldu. Arif Usta tam zamanında gelmişti. Tahta kasalı eski BMC kamyonu görünce biraz endişelendi.
Hilmi Bey kamyona bindi, selamlaştıktan ve hal hatır sorduktan sonra, Arif Usta’ya kamyonun bakımını, muayenesini, trafik sigortasını sordu. Kamyonun bakımlı olduğunu, tekerlerin yeni, muayenesinin ve trafik sigortasının tam olduğunu söyledi Arif Usta. Kamyonun deposunu aldığı avansla ağzına kadar mazotla doldurduğunu belirti. Hilmi Bey’in endişelerini gidermek için, uzun süre otobüslerde, kamyonlarda muavinlik yaptığını, çekirdekten yetişme kırk yıllık şoför olduğunu, neşeli bir dille anlattı. Üstelik, defalarca Malatya’ya gidip geldiğini, daha önce de aynı mağazadan sipariş getirdiğini söyledi. Hilmi Bey duydukları karşısında rahatlamıştı.
Sabahın erken saati hem de tatil günü olduğu için yol da trafik çok sakindi. YİBO öğrencilerinin okulun bahçesinde top oynadıklarını gördüler. Erçene gediğine geldiklerinde karşılarında yemyeşil bir ovayla karşılaştılar. Elbistan trafiğine takılmadan yola devam ettiler. Arif Usta döş cebindeki Maltepe sigarasından bir tane daha iştahla yaktı. Hilmi Bey’i rahatsız etmemesi için sol camı hafif indirdi. Doktor, sigarayı bırakmasını söylediği halde, sigarayı bırakamadığını, çocuklarının da kendisine kızdıklarını ama mereti bir türlü bırakamadığını anlattı. Darıca’ya, Sivas-Malatya yol ayrımına, varmışlardı. Darıca’da kısa bir çay molası verdiler. Tahta bir masaya oturdular, iki çay söylediler. Bir vadinin içindeydiler.Çevreleri yemyeşil ağaçlarla doluydu. Kayısı ağaçlarının çokluğu dikkatlerini çekti.
Durmadan konuşan Arif Usta sakinleşmişti.Hilmi Bey’e göz ucuyla bakıyor,gerçeği ona nasıl söyleyeceğini düşünüyordu,söylemeliydi.Yalancı durumuna düşmek istemiyordu:
—Hilmi Hoca, sen bana sordun, ben her şey tamam, dedim amma bir eksiğim var, onu seninle paylaşmak istiyorum. Benim otomobil ehliyetim B, kamyon kullanmak için ağır vasıta ehliyeti E gerekiyor. Ben de B harfinin yuvarlaklarını toplu iğne ile kazıyarak E’ye dönüştürdüm. Trafik kontrolü olursa yaptığım anlaşılır diye korkuyorum. Bunu daha önce söylemediğim için kusuruma bakama!
Hilmi Bey, duydukları karşısında şaşırdı.Ehliyeti eline aldı, baktı, inceledi. Resmi belgede B harfi, E harfine dönüştürülürken resmi belgede tahribat yapılmıştı. Bu resmi belgede sahteciliğe giriyordu. Arif Ustaya, yaptığının çok yanlış ve suç olduğunu söyledi. En kısa zamanda ehliyetini kaybettiğini söyleyerek ehliyetini yenilemesini belirtti. Ayrıca ağır vasıta ehliyeti alması için trafiğe müracaat etmesini söyledi. Arif Usta, ilkokulu dışarıdan bitirdiğini, B otomobil ehliyetini torpille aldığını, ağır vasıta ehliyeti için trafiğe müracaat ettiğini, yazılı sınavlarda başarılı olamadığını, dosyasının yandığını söyledi. Malatya’ya kazasız, belasız gidip geldikten sonra, ilk işinin ehliyetini yenilemek olacağını belirtti.
Hilmi Bey düşündü, hemen hemen yolu yarı etmişlerdi. Afşin’dekiler, müşteriler mobilya vs. bekliyorlardı. Arif Usta, nakliye parasının yarısını peşin almıştı. Hilmi Bey’in ne diyecek diye ağzına bakıyordu. Her şeyi anlatıp rahatlamıştı:
—Arif Usta, yola devam edeceğiz, sorumluluk tamamen sana ait, inşallah trafik çevirmesi olmadan Afşin’e döneriz!.. Arif Usta içten bir “İnşallah!” dedi.
Malatya yoluna düştüler, BMC kamyon onlarca rampayı, bağırarak homurtuyla çıkıyordu. Yol çok virajlıydı bazı kavşaklarda 1.vitese kadar düşüyordu. Kamyon inişlerde rahatlıyordu. Nihayet 1800 rakımlı Karahan Geçiti’ne varmışlardı. Kamyonu, çeşmenin yanına park ettiler. Çeşmeden gürül gürül soğuk su akıyordu. Ellerini, yüzlerini soğuk su ile yıkadılar. Arif Usta, koltuğun arkasından çıkardığı iki pet şişeyi soğuk su ile doldurdu. Bu zaman zarfında birkaç araç daha yanlarına park etmişti. Bundan sonraki yol virajlı olmasına rağmen hep inişti; kamyon inişte zorlanmayacaktı. Yol dağın ortasından geçiyor, inişte sol taraf dağ, sağ tarafta ise derin bir vadi vardı. Yolun iki tarafında göz alabildiğince kayısı bahçeleri vardı. Malatya’ya yaklaştıkça büyük ve düzenli kayısı bahçeleri yer alıyordu. Malatya denince akla kayısı geliyordu çünkü Malatya Türkiye’nin kaysı deposuydu. Mağazanın önüne geldiklerinde saat 8.30 ‘du.
Mobilya mağazasının sahipleri Hilmi Bey’i ve Arif Usta’yı güler yüzle karşıladılar. Kısa bir sohbetten sonra Hilmi Bey, sipariş listesini verdi, mobilyalar, oturma grupları, etajerler, sehbalar, halılar, paspaslar… Kamyona yüklenmeye başladı. Yaklaşık iki saat içinde kamyon yüklenmişti. Sipariş listesi, irsaliye listesiyle karşılaştırılarak kontrol edildi, her şey tamamdı. Arif Usta, kamyonun üzerini çadırla kapattı. Acıkmışlardı, mağaza sahibi, Hilmi Bey’e bir Adana, Arif Usat’ya bir buçuk Adana kebabı söyledi. Yemek faslı bittikten sonra vakit geçirmeden saat 14.00’te yola çıktılar.
Arif Usta neşeyle sigarasını tüttürüyordu. Yolda trafik yoğunluğu yoktu, her şey yolundaydı. Otuz kilometre yol almışlardı. Trafik gidiş yönünde sıkılaşmaya başladı. Önce trafik kazası mı var, diye düşündüler. Ama korktukları başlarına gelmişti. Trafik çevirmesi vardı. Arif Usta’nın beti benzi attı. Ehliyetteki tahribat fark edilirse alacağı cezayı düşündü. Yaptığı hatanın büyüklüğünün farkına vardı. Adli yönden de soruşturma açılırsa ne yapacaktı! Çaresiz bir şekilde, sıranın kendilerine gelmesini beklediler. Trafik Polisi, ehliyet ve ruhsatı isteyince Hilmi Bey de kamyondan aşağıya indi. Arif Usta, içinden dualar ederek ruhsatı polise uzattı. Trafik Polisi önce kamyonun plakasına, sonra şoföre ve Hilmi Bey’e dikkatlice baktı. Hilmi Bey’in kılık kıyafetinin düzgülüğü, takım elbisesi dikkatini çekmişti. ‘’Siz ne iş yapıyorsunuz?’’ diye sordu. Hilmi Bey, Afşin’de TEK İlkokulu’nun Müdürü olduğunu, mobilyaların da esnaf olan eniştesine ait olduğunu söyledi. Polis, elindeki ruhsatı kontrol ederken şoförün kalbi güp güp atıyordu. Polis, kafasını kaldırdı, önce şoföre, sonra Hilmi Bey’e dikkatlice baktı, biraz düşündükten sonra, ruhsatı şoföre uzattı, “Hayırlı yolculuklar.” dedi.
Arif Usta heyecanla ruhsatı aldı, birkaç adım attıktan sonra Hilmi Bey’in koluna girdi. Sevinçle, aniden “YUTTURDUK HOCA, YUTTURDUK HOCA!” deyince Hilmi Bey’in uyarmasına fırsat kalmadan Trafik Polisi, “Bir dakika beyler!” hitabıyla durakladılar. Polis, söylenenleri duymuştu. Yanlarına birkaç adım yaklaştı: “YUTMADIM, YUTMADIM, BEN DE AFŞİNLİYİM!” dedi. Sıradaki otomobile yöneldi.
Arif Usta, sevinçle direksiyonun başına geçti. Mutluluktan dişi dişine değmiyordu. Trafik Polisine minnetle baktı: “Allah’ına kurban olurum senin, Afşinli olsunda, çamurdan olsun!” diyerek gaza bastı…
*
HARUN ÇİTİL