Ne acı ki, tarihimiz aşağıda arzedeğim konular gibi öykülerle, yaşanmış gerçeklerle dop doludur. Hangi köye gitseniz, hangi beldeyi dolaşmış olsanız, bu tür hadiselerle, acıklı hikayelerle yüz yüze gelecek, zaman zaman üzülecek, zaman zaman hüzün seline boğulacaksınız!..
Allah rahmet eylesin!.. Merhum Göçer abimiz, bu tür vak’aların erbabı, derleyeni, kaleme alanı olmuştu.Her nerede ilginç, unutulmayacak, zihinlerde yer edecek bir anı duysa, anlatsalar hemen onu kaleme alır, Un Sandığına sıraya koymuş olurdu. İsterseniz vakit kaybetmeden bu meşhur hikayeyi arzedeyim:
” Kur’an’ı Kerim’in Kehf Suresi’nde belirtilen tarif kapsamında, 06/08/2004 tarihinde verilen dilekçe üzerine , güneşin doğar doğmaz mağaraya vurduğu Afşin İlçesi Sulh H. Mahkemesince tespit ve tescili yapılan Ashabül Kehf Yedi uyurlar diyarı Afşin İlçesinden çiftçi Abdurrahman Aksu ve M. Ali oğlu Mehmet Taşyürek’in; değerli öğretmenlerimizden Rasık Aksu’nun yaptıkları araştırma sonucu kaleme aldıkları yazı, Afşin D. Hastanesi Âcil Servisi doktorlarından Yasemin Göçer’e verilmiş, onun da şahsıma tevdi ettiği belge ve bilgiye göre; oldukça ibret verici ; bir noktada da yürekler parçalayıcı, Yemen savaşında İngilizler’in eline esir düşerek yıllarca esir kalan İbiş oğlu Bilal’in hazin öyküsü şöyle seyreder:
Yıl 1915. Osmanlı İmparatorluğu seferberlik ilan etmiş, eli silah tutanlar askere çağrılmıştır. Elbistan’a bağlı Afşin ( Efsus-Yarpız) nahiyesinin ( şimdi ilçe) Kangal köyünden; Hacı Veli, Çirçi Ali’nin oğlu Mevlüt, İbiş oğlu Bilal ve kardeşi M. Ali askere çağırılanlar arasındadır. KIt’aları ise YEMEN.
Çirci Ali’nin oğlu Mevlüt Yemen’de şehit olur. Hacı Veli ise bir müddet sonra yurda dönmesine karşın Mehmet Ali de İngilizler’in eline esir düşerek dört yıl bir ay esir kaldıktan sonra anavatana döner. İbiş oğlu Bilal’in esareti her nasılsa uzun sürer.( Bu ayrıntı tam bilinmemektedir).
15 ( on beş) yıl sonra tezkereyi alıp anavatana döner. Giysisi boylama bir entari ( fistan), başında ise bir poşu, yemeği kaşıkla değil eli ile yemektedir. Kısaca örf ve âdetlerine uymuş; yemek ve giysi kültürüyle tam bir Arap. Nihayet o da yurda döner.
Gelir, doğduğu büyüdüğü köyü olan Kangal’a. 25 yaşında çığ gibi bir delikanlı olarak askere çağırılan, Yemen’deki serencamlı ve de ıstıraplı dönem içinde yaşı kırkı bulan, çektiği sıkıntılardandır ki, fiziki yönden de hayli yıpranan, o yerin sıcağından, zaten az esmer olan rengi iyice siyahlaşan Bilal, bu kıyafetiyle evinin önündeki dut ağacının dibine, biraz da dut yedikten sonra oturur. Ay temmuz.
Bu kişi, 15 yıl önce askere çağrılan, İngilzler ile Yemen’de çarpışırken şehit düştüğü bilinen ya da sanılan Bilal’dan başkası değildir. ” Bir Arap gelmiş, yemeği kaşık ile değil eli ile yemekteymiş. Üstelik Türkçe de biliyor.” diye bir yaygara.. Köy halkı başına toplanır. Bambaşka bir Türkçe şivesi.. Bilal başlar; bu köyden olduğunu, askere gidişini, serencamlı askerlik dönemini kısa kısa anlatmaya başlar.
Bu arada sık sık da evinin kapısını gözetleyip , eşi Fadime hanımın girip çıkışını beklemektedir. Hiç ses yok, kapısının açılıp kapandığı da yok.Allah sabır.. Bu sırada komşularından; ” Kardeşin Bilal gelmiş, kapısı önündeki dut ağacının gölgesinde oturuyor” haberini âbisi Kavcu Ali de gelir.
” Vay kardeşiiim” deyip kollar açılır, sarmaş dolaş olurlar. Nasıl sarılmazlar ki; 15 yıllık hasret… Birbirinin yüzünü görmeyen bir ruh , iki can ve kardeş. Sevinç göz yaşları sel olur. Ancaaak! Evet ancak; bu sevince gölge düşürecek bir acı haber verecek âbisi Ali efendi ister istemez.. Hoş-beşten ve kısa bir hal hatır sorduktan sonra, Ali:
” Sevgili kardeşim Bilal, üzülerek bir haber vereceğim sana. Sakın içine atıp, dertten derde girme. sen yıllarca beklendin. Yemen’de şehit düştüğün sanıldı. Eşin Fadime hanım, Allah’ın emri, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in kavli ve İmam-ı Âzam efendimizin de içtihadı üzere, Cano Ali ile evlendi. Sana da inşallah bir helal süt emmiş bulur, yeniden bir yuva kurarsın” der.
Amma velâkin, bu acı haber; karşısında şok olan Bilal efendinin, sessiz silahtan çıkan bir kurşun ciğerine saplanır, gizlice bir yara açar âdeta.. Bu acı haberden aldığı yarayı da. bildirmemeye çalışır.
Fakat hiç konuşmama hastalığına düşer. Çıkla, benzetmede hata yok; Celâ kökenli ( Dörtyol) ilçesi İcâdiye köyünde türbesi mevcut) Belenli Şeyh Alibaba’nın 7 yol konuşmama orucu tutması misali sanki konuşmama orucuna niyet eder.
Hiç mi hiç konuşmaz. Bu konuşmaması bir ay devam eder. Âbisi Kavcu Ali’nin öğüt ve tesellisi hiç mi hiç fayda vermez… İçten içe eriiir, erir , 30 günün dolmasının ardından kaderi ilâhi hayata veda edip Allah’a kavuşup, şüphe yok ki, böylece şehitler kervanına katılır.” ( Un Sandığı 5, M. Göçer, sayf. 265-266-267)
Netice olarak;
Bu acıklı, hüzünlü olayı ne zaman okumuş olsam, kederlenir, içim burkulmuş olur..Çünkü,
Benim dedem Yemen Şehidi Karagözlü Zor Ahmed’in akibeti de böyle olmuştur. Babam ve amcalarım, halalarım küçük yaşlarda babasız kalarak mağdur olmuşlardır..
Onun içindir ki, hangi köye varsanız, hangi haneyi sorgulasanız böyle elim, içli bir olayla yüz yüze gelmeniz mümkündür. Ya Yemen şehidi, yahut Çanakkale şehidi olarak içiniz burkulacak, içten içe kahrolacak, derin ızdıraplar duyacaksınızdır..
Rabbimden niyazım, böylesi iniltili halleri bir daha bu millete yaşatmasın!.. Şehidlerimize ve gazilerimize tükenmeyecek dualar ediyor, Fatihalar gönderiyorum.. Selam ve dua ile..
*
Şerafettin Özdemir.