Çanakkale destanımız; bir milletin yeniden diriliş, var oluş destanıdır. Çanakkale diriliş destanımızı anlamak, algılamak için merhum Akif’i tanımak, şehid düşen 253 bin şehidi ve yaralı sakat kalmış bir o kadar yaralıyıda idrak etmek zorundayız.
Çanakkale diriliş destanımızı bilmek, anlamak için öncelikle Bedir’e, Uhud sarpına gitmek, Malazgirt muharebesini iyi anlamak, fethi mübine ulaşmak ve kalbi olarak okumak lazımdır.
Yoksa, her yıl şehid düşmüş yiğitlerimizi kuru kuru anlamak,. onlar adına şiirler dizmek değil, o anları, o zamanları tefekkür etmek, düşünmek millet olarak bir gönül, bir sevda borcumuz olmalıdır.
Fethi mübin esnasında sancağımızı surlara taşıyan Ulubatlı Hasan’la, Çanakkale ölüm-kalım günlerinde 276 kiloluk gülleyi topun namlusuna sürmüş Seyyid Onbaşıyı birleştirmek, iki yiğidin varlığını, kahramanlıklarını bilmek zorundayız.
Çanakkale zaferinden sonraki yıllarda, Mustafa Kemal, Seyyid onbaşıyı ziyaret eder ve bir isteği olup olmadığını kendisinden sorar. Almış olduğu cevap; ” Bana odun taşımak için bir ip ve odun kesmek için bir balta parası vermenizdir.” der.
İşte, civanmertlik bu değil midir? Vallahi!.. 253 bin şehidin tamamını ayağa kaldırtmış olsanız, bir o kadarda yaralı gaziyi konuşturmuş bulunsanız , yine alacağınız cevap bu olacaktır. Ruhları şad, makamları âli olsun!..
Çünkü, şehîd olmak, canını din, iman ve vatana feda etmek kolay bir mes’ele değildir. Onun içindir ki, Şehît ” tanık” anlamına, ” hayatını imanına şahit kılan ve çağına şahit olan” anlamına geldiği gibi, ” örnek, model” anlamına da gelir. Yani, ümmetin ” şehîd” olması; insanlığın imanına şahit olan ve insanlığı imanına şahit kılan ana yürekli toplum olması demektir.
Binaenaleyh, Anadolu coğrafyasındaki bütün evleri, haneleri bir bir gezin, dolaşın ve görün ki, her hanede bir şehit bulunacaktır. Bendeniz, yetmiş yaşamış bir insanım. Ama, bana sorarsanız, Dedem Zor Ahmet merhumun Yemen’de şehid olarak o topraklarda medfun bulunması, içimde bir sızı, kalbimde ve düşüncemde silinmeyen bitmez tükenmez bir sancıdır.
Merhum Akif’in ” Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i, Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi!” ” şiirine bir kısım gelenekçiler itiraz ederler, bu sözü ona çok görürler. Halbu ki,
Bedir’deki kahramanların arzusu dinin hakim olması, küfrün, putçuluğun, şirkin hak ile yeksan olması idi!.. Çanakkale de şehid düşmüş kahramanların da gayeleri, ezanın susmaması, camilerde ” Hurra” şeklindeki tepinmelerin olmaması idi.
Merhum Kur’an insanı Akif’e hak vermemek mümkün değildir. Hele ” Çanakkale”şiirini birde merhum İsmail Coşar terennüm etmiş olsaydı, sizler görecektiniz ki, Akif hakkında ileri geri konuşan ” Ey şehid oğlu şehid. İsteme benden makber/ Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber” okunuşu karşısında dizlerinin bağı çözülecek, sözlerinden bin pişman olacaklardı.
Zaman zaman Ankara’da Taceddin Dergahına uğrar, oranın maneviyat kokan havasından hoşlanır o makamın erlerine dua ederim. O Taceddin Dergahı ki, işte büyük iman eri Akif, orada İstiklal Marşını yazmış, aziz milletimize hediye etmiştir. Onun içindir ki,
” Çanakkale şehitleri”ne ait muazzam şiirde öyledir. Akif’in Çanakkale şiirini kaleme aldığı o sıradaki duygusunu, heyacanını izhar eden şiiri, bir de yazan, kaleme almış olan Akif’in duygularını., hislerini anlayarak okumak lazımdır. Necid çöllerindeki kumları ıslatan göz yaşlarını , secde halini anlamak lazımdır.
Çünkü, 253 bin şehid, bir o kadarda yaralı gazi… O yıl, okullar boşaltılmış, mezun veremez duruma gelmiştir. İşin bir tarafı böyle iken, diğer taraftan açlık, mermi bulmamak, kefensiz toprağa düşmüş yiğitleri düşünüyoruz.
Sürü sürü , akın akın gelen Haçlı sürüleri, Ehl-i Salip, Düveli Muazzama derilen cüceler, Çanakkale’yi geçmiş olsaydı ne olurdu? Anadolu’da, Türkiye topraklarında taş taş üstünde kalmayacak, insanları taşıyan başlar uçmuş olacaktı.
Netice olarak;
Her yıl azimle, coşkuyla kutlamış olduğumuz Çanakkale şehidlerini, yılmadan, usanmadan, her yıl bir önceki yıldan daha fazla coşku ile milletçe kutlayacağız, dualar edeceğiz, ruhaniyetlerine Fatiha’lar göndereceğiz.. Makamları cennet olsun.
Süper devletler tarih boyunca Türkiye topraklarından nazarlarını uzaklaştırmamışlar, daima mülevves bakışlarını üzerimizden eksik etmemişlerdir. 1915 yılında böyle çirkinlik yaşandığı gibi, bu günde, kör olasıca bakış açıları Türkiye üzerine kurgulanmıştır.
Lakini bizler, ” Hey on beşli on beşli” ağıdını oyun havası esprisi ile oynarsak, böyle bir yaklaşım tarzımız tarihe hakaretttir, şehidlere ” boş vermiş” liktir. Çünkü, on beş yaşında tazelere hakarettir, civanmertleri tahfif etmektir. Dolayısıyla,
Lütfen kendimizi tanıyalım, kendimize gelelim. Aksi halde, o tazecik ruhaniyetleri bizleri ilelebed suçlu bilecektir ve kat’iyyen yüzümüze bakmayacaklardır. Hatta, Çanakkale topraklarını bile ziyaret ederken, gezerken, basmış olduğumuz toprakların bir şehid taşıdığını bilmeli ve anlamalıyız.
Beş vakit namazlarda, dualarda onlarla haşir ve neşir olmalıyız. Orada medfun bulunan kahramanlarımız bizlerin dedesi, babası ve bir yakınıdır. İnsan, yakınının mezarını, kabrini tepeler mi? Kan kokan toprakların birer türbedarı olarak, eğilmeli, saygı ve sevgili olmalıyız.
Rabbimiz!.. Aziz şehidlerimizin mekan ve makamlarını cenneti âlâ eylesin!.. Biz torunlarını da onlara cennette komşu eylesin!..Selam ve dua ile….
*
Şerafettin Özdemir