Geçtiğimiz günlerde vefat eden Yusuf Kenan Felekoğlu ile yapılmış Röportaj ortaya çıktı. Yazar Mehmet Gören’in Geçmişten Geleceğe adlı eseri için Röportaj veren Felekoğlu, Röportajda şunları söyledi;
Röportaj: Mehmet GÖREN
1934 yılında Afşin’de doğdum.
Afşin’de 25, Kayseri Pınarbaşı’nda 17 olmak üzere 42 yıl dişçilik yaptım. Afşin Ticaret ve Sanayi Odasını kurdum ve ilk başkanıyım. Afşin Avcılar Kulübünü kurdum ve ilk başkanlığını yaptım. 18 yıl boyunca da Afşin Türk Hava Kurumu Başkanlığı yaptım. 3 yılda Afşin Belediye Başkan Vekilliği yaptım. 8 çocuk babasıyım.
Avcılık Kulübünü kurmam; 1960 İhtilalı olmuştu. Herkesin silahlarını topladılar. Silah dediğimiz kırma ve çifteliydi. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Jandarma Komutanıyla görüştüm. Tüfeklerimizi alamayız mı diye. O da “Avcılar Kulübü kurarsanız üye olanlar tüfeklerini alabilir” dedi. Arkadaşlarla durumu görüştüm. Kimisi yanaşmadı, kimisini de zorla ikna ettim. Bir tüzük hazırlayıp, Elbistan’a götürüp incelettim. Kahramanmaraş’ta gazetede ilan ettirdim. Üye olanların tüfeklerini geri verdiler. Afşin Avcılar Kulübünün kurucu ve ilk başkanıyım.
Maliyeye kayıt yaptırmayan esnafların defterleri tasdik edilmemeye ve işleri yapılmamaya başlandı. Maliye kaydı içinde Esnaf Odası kaydının olması gerekiyordu. Esnaf Odası kurmaktan başka çaremiz kalmamıştı. Esnaf arkadaşlarla görüşmeler yaptıktan sonra Ankara’nın yolunu tuttum. Ankara Odalar Birliği Genel Başkanlığına gittim. Esnafların isimlerini yazıp getirmem gerektiğini söylediler. Bende Afşin’e dönerek durumu esnaf arkadaşlara anlattım. İsim listesini Ankara’ya götürdüm. Ankara’dan görevliler geldi. Esnaf dosyalarımızı da Elbistan’dan alıp getirdik. Böylece Afşin Ticaret ve Sanayi Odası kurulmuş oldu. Kurucusu ve ilk başkanıyım.
Ayrıca; 18 yılda Afşin Türk Hava Kurumu Şube Başkanlığı yaptım.
Afşin’imizin ilk dişçisi Süllü Yusuf’tu. Ben araba tamircisiydim. O zamanlar kaç araba vardı ki? İki elin parmak sayısını geçmeyen arabalardan birisi bozulacakta iş çıkacak. Onun içinde başka tamir işleri de yapıyordum. Bir gün babam Süllü Yusuf’a iki diş yaptırdı. Takarken diş ortadan ikiye ayrıldı. Takarken kırıldığı için “yeniden yapacaksın” dedikse de “yapmam” dedi. Canım çok sıkıldı. Elimde çoğu şeye yatkın olduğu için “Ben de bu işi yaparım” dedim kendi kendime. İstanbul’dan diş malzemeleri getirttim. Bu arada gelen malzemelerle babamın dişini yaptım. Çokta iyi oldu. Epey de kullandı. Araba tamircisinden dişçi mi olur, nerden öğrendin de dişçiliğe soyundun derler diye Kırıkhan’a diş yapmayı öğrenmeye gittim. Hatay-Kırıkhan dişçilikte en iyi yerdi. Geldikten sonrada dişçiliğe başladım. 25 yıl Afşin’de, 17 yılda Kayseri Pınarbaşı’nda olmak üzere 42 yıl dişçilik yaptım.
Bir kadının 32 dişide çürümüş, diğer dişçiye gitmiş, iğne vurmadan 4 dişini çekmiş, ağrıdan duramamış! Bana geldi. İğne vurup yedi dişini çektim. Kalan diğer dişlerini de çekmemi söyledi. Yediden fazla çekilmez dememe rağmen hiç acı hissetmediğini söyleyerek diğer dişlerini çekmek için ısrar etti. Ben de dayanamayıp, kalan diğer dişlerinin hepsini çektim. Dişçilik hayatımda bir günde bir kişinin tam 28 dişini çekmiş oldum.
Birde dişini çektirmekten çok korkan bir kadın geldi. Çırpınıp duruyor “dişimi çektirmem” diye. Kocası dil döküyor “çektir ağrıdan duramıyorsun” diye. Kadının ikna olması mümkün değil. O ara birkaç kişinin dişini çektim. Bir kadın geldi. Ağa kızıymış. Oradaki kadınlar “Bak ağanın kızı geldi çektirdi.” dediler. Dişini çektirmeyen kadın yerinden fırladı “Bende ağa kızıyım, bende çektiririm.” demez mi? Dişini çektirmek için diş koltuğuna oturdu ama korkudan titremesi dışa yansıyordu. Birden çektirmem demez mi? Diş koltuğundan kalkacağı sırada kocası ellerini tuttu. Bende zorlayarak çektim dişini. Dişini çektikten sonra kocası da ellerini bıraktı. Kocası ellerini bırakır bırakmaz kadın bana iki tokat patlattı ki neye uğradığımı şaşırdım.
Belediye Ulu Caminin yanındaydı (Şu an ki Yediler iş merkezinin olduğu yer). Belediyeden radyonun sesi hoparlöre verilir, haber dinlenirdi. Kimisi gelir belediyenin önünde dinler kimisi de balkonlarında ya da bahçelerinde…
Durumu iyi olanların evlerinde geniş bir ‘sohbet’ odası olurdu. Mahalleli akşamları buraya toplanırdı. Hoş sohbetler olurdu. Dini konulardan tutunda, mahallede kimin ne ihtiyacı varsa onu gidermeye kadar… Çocuklar ve gençlerde hizmet ederdi. Hedik pişirilip dağıtılırdı. Şimdi ki gibi çeşit çeşit çerezler yoktu o zamanlar.
Her mahallede “don damı” olurdu. Mahallenin kadınları çamaşırlarını burada yıkardı. Don damının suyu Çoban Pınarı’ndan gelirdi ve don damının içinden geçerdi. Meşe külünü deterjan olarak kullanırlardı.
Çocukken en çok oynadığımız oyunların başında minavara, arap dombalağı, saklambaç ve kovalambaç’tı. Minavara gece oynanan bir oyundu.
*