Dokunuş
Dinden çıkar sağlayanlar türedi.
Batıla bel bağlayanlar türedi.
Düğünlerde para ile oynayıp;
Yas evinde ağlayanlar türedi!..
A.S.D
KANAYAN BİR YARA ŞU GRUPÇULUK!
Çok azı istisnaların dışında, din eksenli grupçuluk yapanların kahir ekseriyeti; ne yazık ki çıkar peşindedir ve İslam dinine zarar vermektedir. Vurgulamam gerekirse, illa da içlerinde malum tufeyli bir grup…
Öyle ki din ve vicdan sömürüsüyle çıkar sağlamayı ve haricen liyakat kazanmayı, bir sektör haline getirmişlerdir adeta. Oysa mukaddes dinimizde, insanların zafiyetinden faydalanarak onları sömürmek ve onları kendi süfli emellerine alet etmek, kesinlikle yasaklanmıştır. Hele de “cercilik”le yani bir nevi dilencilikle kolay kazanç teminine çalışmak, çirkin eylemlerdendir. Ahlâksızlıktır ve külliyen haramdır ayrıca. İşte malûm grubun yaptığı, maalesef ve maatteessüf budur alenen!
Yurt ve pansiyon adı altında, bir kısım fakir öğrencilerin sırtından geçinmeyi mubah saymaktadırlar. Mesela, herhangi bir köyden veya kasabadan kayıt altına aldıkları öğrenciyi; kısa yoldan kazanç kapısına dönüştürürler. Artık o köyün ve o kasaba halkının, çekeceği vardır ellerinden! Sevimsiz grubun, yüzsüz vergi memur(!)ları; kocaman çuvallarla harman yerine çoktan damlamışlardır bile…
Derhal damardan girerler konuya ve “Falancanın, feşmekancanın çocuğu maşallah parmakla gösterilecek talebeler arasındadır. Böyle bir çocuğun buradan yetişecek olması, şanstır sizler için vs.” içerikli basmakalıp laflardan sonra; söz konusu çocuğun yakınlarından koyulurlar işe. Hatta hatırı sayılır birkaç kişiyi de önlerine katmak suretiyle vazife ikmaline giderler.
Yine sıklıkla duyduğumuz ve neredeyse ezberlediğimiz bildik cümleler savrulur ağızlarından. Dönüp dolaşıp cömertliğin faziletlerinden… Veren elin, daima alan ele göre üstünlüğünden… Bir sadakanın bin belayı savıcılığından… Özellikle de talebelere yapılan yardımların, mahşere dek sahibinin kâr hanesine yazılacağından… Dahası, “Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki…” bağlamında, “Resul-i Kibriya”nın ucunu kendilerine yonttukları bilhassa hayır cihetindeki “hadis-i şerif”lerinden dem vururlar sürekli.
Bütün anlattıklarının hepsi ve hepsi, yanlarında taşıdıkları esnek çuvalları tıka basa doldurmaya yöneliktir. Artık hangi komisyoncu ile anlaşmışlarsa?.. Aşınmış ve utanmaz çehreleriyle topladıkları ürünlerin bedelini bilâ kayd harcamalar da tamamen serbesttir, zat-ı muhteremler. Nasılsa ortada hesap yok, kitap yok! “Talebelere…” diye tonlarca devşirdikleri hasat parasıyla beslenip semizleşen mezkûr kişiler; altlarında son model arabalarla, çeşitli gayrimenkullerle ve de yoğunlaşmış enselerle arz-ı endam eylemekten asla hicap duymazlar. Tabii ki millet kazan, kendileri kepçe sırnaşık heriflerin…
Sadece hasat zamanı mı?
Hayır! Sair zamanlarda da sürdürürler dilenciliklerini. Sırnaşıklıkta öylesine ileri düzeydeler ki, kimsenin gönülsüzce ve baştan savma uğruna verdiğine bakmazlar! Kimden ne koparırlarsa… Dut kurusundan, üzüm kurusundan, hoşaflık kaktan, yağdan, peynirden, baldan, çökelekten, salçadan; hülasa akla gelen her şeyden mutlaka göz kirası isterler.
Netice itibariyle stok nevalelerin kremalı kısmı evlerine özel servis yapılırken, ancak bakiyesi kalır kursiyerlere. Kesilen hayvanların en muteber bonfile, biftek, antikor benzeri tercihli yerleri yine zat-ı muhterem(!)lerin midesine inerken; sert yanları ve sakatatları bırakılır yavrucuklara.
Nitekim aşırma usulü nahoş görüntülerle çok yakalanmışlardır kamuoyu kamerasına…
Farz-ı muhal, tufeyli grubun akillerine ve kaymak tabakasına ithafen; “Kardeşim, gayrı ülke şeriatla yönetilmektedir ve bahusus; herkesin dinî tedrisatı devletin sorumluluğundadır! Keza sizlereyse ihtiyaç kalmamıştır!” denilse, eminim ki malûm maslahatçı gruplar; “Eyvah, kazanç kapımız kapatılıyor ve din elden gidiyor!” höykürmesi ve yaygarasıyla şeriatı da tanımayacaklardır, şeriatın fetva veren şeyhülislâmını da…
Hatırlarsanız, rahmetli Erbakan’a “Yeşil komünist” iftirasını atanlar, bunlar değil miydi? Peki, neydi rahmetli Erbakan Hoca’nın suçu? Tek suçu, 1974’ler de ve Başbakan Yardımcılığı döneminde; bunları diyanet bünyesinde kadrolu eleman statüsünde değerlendirip resmiyet kazandırmaktı. Diğer bir düşünceyle dilencilikten kurtarmak ve saygın bir konuma yüceltmekti gayesi.
Vay, sen misin bunu diyen!!!
Hepsi her yerden, köy ve kasaba camilerinin minberinden, mihrabından ateş püskürttüler zarif düşünceli insana. Çünkü devletin bağlayacağı maaş, onlar için kifayetsizdi. Alışmışlardı bir kere yağlı kuyruğa… Milleti söğüşleme dururken, kim talim ederdi ki memur maaşına?
Hâlen de köy köy, pazar pazar dolaşıyorlar Allah’ın adıyla ulûfe toplamaya. Haklarında denilenlere ve yüzlerine vurulan kurşun ağırlığındaki ifadelere aldırmadan…
Tıpkı yanmış odun bahtiyarlığında…
*
Ahmet Süreyya DURNA