TECRÜBE İLE SABİT-29-
*
‘Hepimizin derdi çok, Derdiçok hepimizin’
Bir mekânı -şehri, kasabayı, köyü- güzleştiren, orada yaşayanlardır. Yaşadıkları beldeye, gönlü güzel, kelamı kibar irfan sahibi insanların sevgisiyle hoş görünün şavkı yansır.
Güneş ışığına benzeyen bu yansıma dost-düşman, güzel-çirkin, soy-sop, din-mezhep ayırt etmez.
Anadolu’nun her köyü, hatta insanı üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Hayatı yatay yaşayan insanların hikâyeleri, dikey yaşayanlarınkinden çok farklıdır.
Ben Tanır diyeyim, siz Berçenek, Hayati dediğimde de Mahzuni anlayın. Anadolu; kaderin elinden kaçmaya çalışmaktan kovalamaya fırsat bulamayan ve sükûtunda söz gizleyen hâl ehli, derviş gönüllü insanların irfan meclislerinde yaktıkları çerağ ile aydınlanır. Onlar hikâye etmeyi şikayetlenme olarak algıladıklarından türküler yakarlar. ‘Yanmayan yakamaz’ hakikatinden yola çıkarak, hallerini türkülere söyletirler. Samimiyet ve yaşanmışlığa dayanan her türkü de gönle dokunur.
İşte, böyle, söyledikleri gönle dokunanlardan bir tanesi de, yazımıza konu olarak seçtiğimiz Ömer Lütfü Pişkin, nâm-ı diğer Derdiçok’tur.
‘Tecrübe ile sabit serimiz’in 23 numarasında, Afşin’in Tanır mahallesinde medfun Derdiçok’tan bir cümleyle bahsetmiştim. Sevdiği kızın başkasına gelin gitmesinden dolayı kendini kadersizlerden addederek şiirlerinde ‘Derdiçok’ mahlasını kullanan Ömer Lütfü Pişkin (1873-1937), Elbistan’ın Kızılcoba mahallesinde doğdu. Hacı Tıfıloğulları (Pişkinler) kabilesinden Hafız Mehmed Efendi’nin oğludur.
İrticalen şiir söyleme yeteneği de olan Hafız Mehmed Efendi, bir gün, Pınarbaşı’na ektikleri karpuzları çapalarlarken, yakınlarından geçen bir gelinin oğlu Ömer Lütfü’ye işveyle baktığını, oğlunun da aynı işveli bakışla karşılık verdiğini fark eder. Olanları büyük bir dikkatle izleyen Mehmed Efendi, bir yandan da oğlunun yaptığı çapayı gözlemektedir. Gelinin hal ve hareketlerini afsunlanmış gibi takip etmekte olan Derdiçok, keserinin önüne gelen bir karpuz teyeğini de kestiğini farkedemez. Bunu gören Mehmed Efendi, elindeki çapayı fırlatır ve Derdiçok’un kolu kırılır.
Bu durum karşısında yapacak fazla bir şey kalmamıştır. İlk sözü baba alır:
Ôlum niye mecnun gezeñ?
Gezdiren (vay yavrum) aşkıyıñ derdi
Cahilsiñ canıñdan bezeñ
Gezdiren (vay yavrum) aşkıyıñ derdi
İçinde bulunduğu ruh halini, sebeple sonuç arasında bağlantı kurarak izah etmeye çalışan Derdiçok da şu karşılığı verir:
Baba ben gazmam bosdanı
Yar giymiş mavı fıstanı
Bütün değer Albıstan’ı
Benimki nazlınıñ derdi.
Oğlunun aklının akıp gittiğini gören baba da, nasihat etmekten başka çaresinin olmadığını görerek şunları söyler:
Gurban olam ôlum ohu
Ohursan olursuñ sofu
Ôlum bu cehennem tohu
Gezdiren (vay yavrum) aşkıyıñ derdi
Oğlunun da kendisi gibi okuyup hafız olmasını arzu ettiğini her fırsatta alenen söylemekte beis görmeyen Mehmed Efendi bunu bir kez de şiirle dile getirmektedir.
Çorap almış dohumaya
Bülbül gibi şahımaya
Dilim tutmaz ohumaya
Gezdiren (benimki) nazlınıñ derdi
Gerçekten de, Derdiçok, başlamış olduğu hafızlığı tamamlayamayacak; ancak, aldığı eğitimle imamlık yapacak seviyeye erişecektir.
Baba-oğulun irticalen kaç kıta atıştıklarını bilemesek de, elimize ulaşan yirmi kıtalık atışmanın son iki kıtasını da sizlerle paylaşarak, şiirdeki istidatları hakkında fikir vermek istiyorum:
Memmed’dir babayıñ adı
Çekilir gözeliñ dadı
Oğlum etme bu inadı
Gezdiren (vay yavrum) aşkıyıñ derdi
Bu kıtada ‘çekilir gözelin dadı’ mısraındaki ‘çekilir’ kelimesi ‘kaybolur’ manasında kullanılmış olmalıdır. Bunu, yergi şiirinde övgü olamayacağından hareketle söylüyoruz. ‘Kuyunun suyu çekildi’ cümlesinde de aynı durum söz-konusudur.
Derken, aldı sözü Derdiçok:
Ara Derdiçoğum ara
Babam benim bahdım gara
Bir derdimi biñ deftere
Yazdıran nazlımıñ derdi.
Davranışının gerekçesini doğaçlama şiirle dile getiren babaya, oğlunun aynı üslup ve yöntemle cevap verdiğini görüyoruz.
Baba öğüdünün kâr etmediği, Derdiçok’un hayatıyla ortadadır. Şöyle ki:
Derdiçok, genç yaşta Gülizar adında dul bir kadınla evlenir. Ve bu evlilikten Fâdıl isminde bir oğlu dünyaya gelir. Gülizar’ın erken ölümüyle Fâdıl öksüz kalır. Derdiçok, bu defa da, yine bir dul olan Fatik’le evlenir. Bu evlilikten de üçü erkek, altı çocuğu olur. Hayatında altı dul kadınla evlenen Derdiçok toplam yedi çocuk babasıdır.
Derdiçok, ömrünün son deminde önce Hacı Fâdıl’ı, ardından da evli iki oğlunu kaybeder. Bu acılar karşısında dili bülbül, gözü ırmak kesilen Derdiçok daha bir yanık söylemeye başlayarak, dinleyenlerin içini yakan ağıtlar yakar:
Ben gışa dutuldum bahar ayında
Coşkun sular gibi ahar âlarım
Umudum yok yôsulunda, bayında
Hançeri sîneme çahar âlarım
Bulur muyum’ola gezsem ovayı
Bulamadım guzulara devayı
Güçlük ile yaptıcağı yuvayı
Veriñ gazma kürek yıhar âlarım
Gayrı gelmez umudcuğum kesili
Guzularım ana ile küsülü
İki şapka iki yelek asılı
Çıhardır garşıma tahar âlarım
…
Çifde yiğit verdim Efsus elinde
Babanıñ elleri galdı belinde
İki şapka anasınıñ elinde
Evde oturamam gahar âlarım
Dediçoğ’um yana yana gavrıldım
Kül oldum da yel esdikce savrıldım
İki gelin, çifd yiidden ayrıldım
Ciğerim ataşa yahar âlarım
Bir başka ağıdında da şöyle ağlar:
Derdliyim âlarım yavru yitirdim
Ellerim goynuma sohar âlarım
Hey ağalar ıssız eve girince
Virane gönlümü yıhar âlarım
…
N’oldu bilemiyom amanıñ n’oldu
Felek yiidimi elimden aldı
Fesinen püsgülü meydanda galdı
Bahar gözyaşını döker âlarım
Ağlayı ağlayı gan oldu gözler
Yeter Derdiçoğ’um hatm’oldu sözler
Varamıyom eve anası sızlar
Oturur boynumu büker âlarım
Şairliği imamlığının önüne geçen Derdiçok, babasının isteği ile bir hayli ilerletmesine rağmen hafızlığı tamamlayamasa da, ekmeğini, bu yolda aldığı eğitim ve edindiği dinî bilgi ile yaptığı imamlıkla kazanır. Dram dolu bir hayat süren Ömer Lütfü Pişkin, ‘Gadir Mevla’m senden bir dileğim var/ Beni imamlıkdan kurtar Yaradan’ benzeri iç geçirmeleriyle Balıkçıl, Maraba, Averen ve İğde köylerinin yanı-sıra o vakitler Elbistan’a bağlı bir nahiye olan Yarpuz/Efsus’a (Afşin) bağlı Tanır köyünde imamlık yapar.
Ömer Lütfü, çocukluğunda başlayan bahtsızlığın hayatının her ânına adeta iğne oyasıyla işlendiğini gösteren ‘Derdiçok’ mahlasını tam manasıyla hak eden bir şairimizdir. İstemediği bir mesleği sürdürmek durumunda kaldığı hayatta; hüzün, hasret, gam-kasavet, acı, ayrılık, yokluk ve gözyaşı namına her ne varsa hepsinden kısmetine düşeni fazlasıyla almıştır. Bu denli acımasız bir hayata sahip olan Derdiçok’un, gamlı gönlünü şenlendirmek için olsa gerek, fırsat buldukça güzel -ne hikmetse kızlara değil de- gelinlere güzelleme koşmalar söylediğini de görmekteyiz.
İşte bir örnek:
Gak gedek Ayrandede’ye
Gezek gözlerin sevdiğim
Orda gövel ördek olak
Yüzek gözlerin sevdiğim
Kocañ gelir sahınsana
Sağa sola bahınsana
Baş bâlayıp tahınsana
Tozak gözlerin sevdiğim
Mayıs deper beyaz baldır
İncinirsin yavaş galdır
Efkarın ne ise bildir
Yazak gözlerin sevdiğim
Yumağı almış destine
Bilmem ki kimin kastine
Siyah perçem kaş üstüne
Düzek gözlerin sevdiğim
Derdiçoğ’um çokdan duydu
Çokdan terkeyledi yurdu
Engeller araya gurdu
Duzak gözlerin sevdiğim
Âşıkların güzelleri methetmek üzere söyledikleri güzelleme, Derdiçok’un yaşadığı muhitte de hoş karşılanmıştır. Düşünün bir kere: Tanır gibi bir yerde, derdi başından aşkın garip bir imam bir güzele koşma söylüyor ve de o köyde yaşamaya devam ediyor.
Ara not: Söz-konusu koşmanın yakıldığı gelinin on bir oğlundan bir torunu benim çok yakın arkadaşımdır. Zaman zaman söz açıldıkça, ‘Arkadaş, benim aklım almıyor. On bir oğlun ola da, elin imamı sana türkü yaka. Ve bunu da herkes kabullene!?..’ der.
Her ne kadar karşısındakilerin deyişleri elimizde olmasa da;
Derdiçok, başta Şeydâi Baba olmak üzere o devrin âşıklarından birçoğuyla karşılaşmış ve onlarla, kimin daha yetkin olduğuna işaret eden atışmalar yapmıştır. Bu kanaate, Derdiçok’un verdiği cevaplardan varıyoruz.
Şiirlerin bütününe baktığımızda kendi derdini dillendirmesinin yanında, toplumsal hadiseler karşısında hak ve hukuktan yana tavır aldığını görüyoruz.
Derdiçok, şiirlerinde, halk şiirinin 8, 11 ve 15’li hece kalıbını kullanmıştır.
Babası Mehmed Efendinin yazdığı şiirler hakkında ise, -Derdiçok’la yaptığı atışma dışında- elimizde maalesef fazla bilgi bulunmamaktadır.
İçinde yaşadığımız bu bâkir coğrafya; sevip de sevdiğini söyleyemeden ölüp giden âşıkların yanı-sıra, şair olup da şiirini bir sonraki döneme aktaramadan göçenlerin mezarlarıyla doludur.
Elbistan için söylenen ‘Her üç kapının ikisinden şair çıkar’ sözünden hareketle, ‘Her üç mezardan ikisi şair mezarıdır’ hükmünü vermek bana daha gerçekçi geliyor.
Büğet köyünde bir düğünden dönerken zatürreye yakalanan Derdiçok, 1937 Ocak’ının ikinci haftasında Tanır’da vefat eder. Mezarı ikinci -ki altı dul kadınla evlenmiştir- hanımı Fatik’in yanındadır.
‘Hepimizin derdi çok, Derdiçok hepimizin’. Büyük balıklar küçük gölde yaşayamaz. Sözün darasını düşerek, haddelisini söyleyen Hayati Vasfileri, Âşık Hacı Yenerleri, Âşık Mahzuni Şerifleri, Abdurrahim Karakoçları, Bahaattin Karakoçları, Ahmet Çıtakları mahallî bir bölgeye hapsedecek olursak, ismi geçenlere zulmetmiş oluruz. Sahiplenmeden benimsemeyi bilmeliyiz. Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır…
Prof. Dr. M. Fuat Köprülü; Derdiçok hakkındaki kanaatini ‘1937 yılının ilk aylarında ölen Elbistanlı âşık Derdiçok da, bazen asıl halk zevkine yaklaşan şiirleriyle âşık edebiyatının asrımızdaki son değerli mümessillerinden sayılabilinir’ şeklinde beyan ederken; Arif Nihat Asya, Adana’da çıkardıkları Görüşler dergisinin ilk sayısında ‘Derdiçok zamanın en büyük halk şairiydi. Değeri Dertlilerle, Gevherîlerle, hatta Karacaoğlanlarla mukayese edilebilecek kadar yüksektir. Bu hükmü, mesuliyetini kabul ederek veriyorum’ demektedir.
Derdiçok, otoritelerinden ‘Çağımızın Karacoğlanı’ unvanını kazanacak derecede güçlü bir şair olup birçok şiiri şarkı ve türkü olarak bestelenmiştir
Ezcümle, bize düşen sahiplenme değil, sahip çıkmadır.
*
MEHMET GÖZÜKARA